Bu aralar minimal yaşamak üzerine düşünüyorum. Ben düşündükçe her ortamda konu hakkında bir şeyler çıkıyor karşıma. İnsan ruhu zamanla azalmak istiyor. Çokluğun olduğu yerde huzursuzluk var sanki, bu çoğu şey için geçerli.
Gökyüzünde görebildiğim yıldızların çokluğu huzurdur ya da denizin dibinde yüzerken seyrettiğim küçük balıkların. Kitaplığımda gördüğüm kitapların fazlalığı da bambaşka bir huzur.. Fakat insanın ve eşyanın çokluğu omza binen yükten başkası değil sanki. Şunu da bir gün kullanırım belki dediğim ne varsa vermekten yanayım ve bunu hep yapmışımdır. Buna rağmen yine her şey o kadar fazla geliyor ki gözüme.
Tüketme kültürü öyle bir işlemiş ki içimize, tüketirken farketmediğimiz koca bir israf yığını ve tüketemediklerimizin artıkları hiç bitmiyor. Biz ne kadar çıkarsak da ardımızda onun mislinde yeni yükler birikiyor. Çocuklarımın odasında sanki mitoz bölünmeyle çoğalır gibi attıkça tükenmeyen oyuncak yığınları mesela ya da belki bir gün giyerim dediğim ne varsa çıkarmama rağmen dolabımda hala çok görünen kıyafetler. Evdeki çekmece ve dolapların içine tıkılmış, hatta varlıkları bile çoktan unutulmuş “şey”leri de hesaba kattığımda omuzlarım biraz daha çöküyor sanki. Hepimiz öyleyiz ya da çoğumuz mu demeliyim, varlığını unuttuğumuz yığınlarımız var evlerimizde.
İnsana azlık yakışıyor, eşyaya azlık. Mütevazi yaşamanın gösterişli yaşamaktan çok daha asil durduğu yadsınamaz bir gerçek. Her şeyin gösterişten ibaret olduğu, sadece varlıklarıyla kendisini toplum içinde birey hisseden insanların bolca bulunduğu günümüzde mütevazilik “ağır” bir kavram. Mütevazilik insanlığın son kalesi gibi, çocuklarımıza miras bırakacağımız en değerli şey. Onlara yığdıkları eşyalarla, satın alabildikleri varlıklarla değil karakterleri ve yetenekleriyle birey olabilmeyi ve mütevaziliğin asaletini öğretmek en önemli görevimiz. Bunun içinse unuttuğumuz mütevaziliği önce biz yeniden hatırlamalıyız sanırım.
Benzer Yazılar
Etiketler: Anne, çocuk, minimalist yaşam, toplum, Yaşam, yaşama dair