Okulsuzluk fikri ilk duyduğunda insana cezbedici geliyor. Neymiş bu işin aslı, yapanlar var mıymış, nasıl yapıyorlarmış diye araştırmaya başlıyor insan. Sonra bu işi yapan bir kısım insanın hikayelerini okuyorsun ve sorgulamaya başlıyorsun. Sadece okulu ya da eğitimi değil, hayatının tamamını sorguluyorsun çünkü okulsuzluk bir yaşam biçimi. İnsanı bütünüyle etkileyen çok radikal bir karar.
Şimdi düşününce, okulsuzluktan fersah fersah uzak bir insan olduğumu ve aslında desteklediğimin bu fikirden ziyade içindeki özgürlük duygusu olduğunu anlıyorum. Orası insana farklı bir alem, büyülü bir dünya gibi geliyor. Bitmeyen şehir karmaşası, çocukların sistemli şekilde binalara hapsolması, bireyselliğin arka planda kalıp her şeyin herkese odaklı olduğu ve herkesin o her şeyi aynı şekilde öğrenme zorunluluğu vs. Ben burayı kantinlerde satılan yiyeceklerden, çocukların kapitalizmle hızlı tanışmasına kadar uzatabilirim. Sadece okul mu hem? Bir kaç metrekare çimle ve parklarla donatılmış sitelerimiz ya da o bir kaç metrekare çimi bile bulamayanlarımız… Bir de teknoloji var şimdi üstelik, hatta okulun da üstünde her geçen gün büyüyen bir problem. Sonra organik yaşam var mesela…
Şehirden kilometrelerce uzakta bir köye yerleşip de kendi üretimini yapmadan, kendi yaşam alanını kurmadan hangisi mümkün bunların. Kendin gibi düşünen bir avuç insanla bir araya gelip komün oluşturmak da farklı bir alternatif olabilir. Ancak bunların hangisi kaçımız için mümkün? Kaçımız için gerçekleştirilebilir? Kaçımız için ütopya? Çocuğum sistemin adamı olmasın, bir birey olarak kendini keşfetsin, kendi yolunu alsın, kalabalıklarda ezilmesin, kötülüklerden uzak kalsın hatta etrafındaki ‘kötü!’ çocuklardan küfür öğrenmesin vs. o kadar uzunki bu liste. Peki bu çocuk hayata nasıl adapte olacak, bu toplumun içinde nasıl varolacak? Ya çok iyi bir şey yapıyorum derken aslında gelecekte onun hiç istemeyeceği bir şeyi yapıyorsak?
Geçen yıl kızım 1. Sınıfa başladı. Zihnimi dolduran ve bana her şeyi sorgulatan okulsuzluk fikri öyle bir girdi ki kanıma tam bir buçuk ay okuldan aldım kızımı. Hatta daha da ileri gittim, öğretmeni ve müdürüne anlattım bu fikirlerimi. Dürüst olmak gerekirse, onlara tam okulsuzluk değil evde okul gibi bir sistem isteğimden bahsettim. Normların dışına çıkıp, toplumdan farklı olmak zor gelmedi gözüme. Hala okullu olan ve hatta doktora yapan annenin üzerinde eğreti duran bu fikir için bolca eleştiri aldım çevremden. Hepsi o kadar haklıydı ki. Bir buçuk ay sonra tıpış tıpış okulun yolunu tuttuk kızımla. Ben mutluydum, kızım daha mutlu.
Ben bal gibi okullu, mis gibi şehirli anne. Toprakla ilişkisi bulduğu bahçedeki dallardan bir iki meyve koparmaktan öteye geçmeyen, börtü böcekten pek de hazzetmeyen, teknolojiyi seven ve faydalı bulan, organik deterjan kullanmaya bile 3 ay dayanabilen, şekerden uzak durup mevsiminde beslenmek dışında elinden bir şey gelmeyen, hayata o bahsettiği komünden bakarken hiç de mutlu olmayacağının aksine çok da sıkılacağının farkında olan anne. Benim için mutlu hayat hayali arada bir köy kokusu almak için memlekete gitmek, bir de önünde bahçesi olan bir evden öteye gitmez.
Okulsuzluk bir hayat biçimi, öyle hadi okuldan aldım diyerek şehirde atölye, müze gezmeyle olacak iş değil. Ben çocuklarımı kapımın eşiğindeki markete gönderirken bile bin kere düşünen, kızını evin dibindeki kursa gönderirken koluna gps’li saat alan anneyim. Bol oksijenli bir ormanı bulmak için yaşadığım şehrin en uzak noktalarına gitmek için harcamam gereken benzini saymıyorum bile. Okulsuzluk benim nazarımda hoş bir hayal, içinde barındırdığı bakış açılarıyla ufkumu genişleten bir derya. Benim gerçeğimse bambaşka.. İçinde olduğum hayat için şükürle doluyum, değiştiremeyeceğimiz gerçeklerimizi kabul ederek mutlu olmaktansa bir hayalin peşinde çocuklarımıza acıyarak, keşke diyerek bakmak da şükürsüzlük olmaz mı?
Benzer Yazılar
Etiketler: alternatif eğitim, annelik, Çoluk-Çocuk, eğitim, okulsuz eğitim, okulsuzluk